14 Kasım 2008 Cuma

BİR ADIM ÖNE HOŞ GELDİN


Ohoo… Herkes yalan olmuş be arkadaş! Te hey…

Ohoo… Herkesin kafası dangalak! Ahahah!

Ohoo… Sizin diliniz sivri, benim de kalemim! Ya ya…!

Ohoo… Siz “o-bu-şu” sunuz,! Ben: “Bildiğin Gözde”

Kendimle aramda sorun var. Kendimden alıp kime versem acaba?

Beni tek anlayan: DOMESTOS… Domestos güzeliyim…

Hadi seke seke sekme açalım! Açalım da acısını dindirelim!

Bana yalanlarından birini versene…

Güzel kadın bi’ sus!!!

13 Kasım 2008 Perşembe

11 KASIM 2008


Ne ezikler gördük de yıkılmadık!

İnsan sarrafı sanırdık ama yanıldık… Yanılmışız, külliyen… Toptan: TOPLAR!

Küfür etmelere doyamadık, ağzımız-burnumuz yamuldu… İçtendi beddualar, malum olduk, topluma mal olduk! Mermileri ağızlara verdirdik!

Bir arada olmanın verdiği güvenle diklendik. Ayaklara diktik!

Canımız-kanımız birdi o gece. Bizdik o gece. Bizden olmayanı örseledik!

Korkuttuk. Korku saldık. Saldırdık!

Yerle bir olmadık. Yerle bir edilmedik. Acı hissetmedik. Mahşeri hissettirdik!

Alayına girdik, giriştik… Girişkendik!

Yankılandı çığırışlar, ateşlendi silahlar, arandı analar, arandı babalar, arandı bacılar, arandı biraderler… Aranan olduk, aranan olmaya devam edeceğiz!

Yürekleri ağızlara getirdik. Mermileri ağızlara getirdik! Susmadık, susmamaya yemin ettik!

Benliklerimizle gurur duyduk. Gururlara vesile, devletin memuruna kabus olduk!

“A.C.A.B.” ‘a güvenden mi sorumlu bu kanıbozuklar, yoksa bizi domaltıp kanırtmaktan mı? Sorduk, sorguladık. Sorgulandık. Hak etmedik. Hakkımızı savunduk. Savunmaya da devam edeceğiz!

Tabur tabur gelin, alayınız gelin! Yaklaşın… Son olarak: “HADİ DAVRANIN DA DAVANIZ OLALIM!!!”

7 Kasım 2008 Cuma

BEN


Sorarım: NEDEN? Sapsarı olmuş benzimle sorarım hem de… Üşümüş parmaklarımın uçlarıyla yazarım hem de… Engel tanımam, sınır dinlemem… Sadece sorarım. Meraktan!

Yeter…

İki samimiyet belirtisi ararım cemallerde. Aranan, aranılan sima olurum belleklerde.

Halen sormaya devam ederim: NEDEN?

Çizgileri takip ederim. Takip edilenim. Sır perdesiyim. Gizemim ben. Gizemin ana kartı, elleri yazmaktan uyuşmuş… Ayakları yerden kesilmiş de indireni olmamış.

Her türlü gideri olanım ben. Dikkatleri cezbedenim ben. Durmak bilmeyen çılgının tekiyim ben.

Noktayım ben. Soranım ben. Sorarım ben. Sorarım da sorarım. Cevapları bilsem de sorarım.

Bıktırır, usandırırım ben. Sıhhatsizim ben. Hemşireyim ben. Hemşehriyim ben.

Ağlarım ben. Kimseye belli etmem. Sevmem göstermeyi tuzlu sıvıları. Gizini muhafaza edenim ben.

Yalnızım ben. Çevresi genişim ben. Kalabalığım ben. Çağrılara geri dönenim ben. Evet, döneğim ben!

Alkışlara layığım ben. Ben de ben. Birinci tekil şahısım ben. En çok merak eden ben. Merak edilen de ben.

Oldurgan ben. Ettirgen ben. Fiil ben. “İŞ-OLUŞ-KILIŞ” ben.

Oynayan ben. Oynatılan ben. Çeken ben. Çekilen ben.

Kaltağım ben. Sürtüğüm ben. Şerefsiz ben. Namussuz ben.

Kurgu ben. Dizin ben. İşaret ben. İm ben. İmge ben.

Uğurlu sayı ben. Uğurun anasına avradına kaymış ben.

Kayık ben. Yelkenli ben. Deniz ben. Derya ben. Sonsuzluk ben. Dünya’nın bir ucu ben.

Deyiş ben. Öz ben. Eşitim ben: özdeyiş ben.

Yerilen ben. Yenen ben. Öykünen ben. Gurur ben.

Öteki ben…

BEN…

Gene ben… Hep ben… Son nefes tüketilene kadar olacak olan: BEN!

AKL- I EVVEL


Hayat: Hey hat!

Hayat; sen ne güzelsin… Bi’ keresinde dedin ki bana; seviyor, seviliyorsun. Bunun kadrini-kıymetini bilmelisin…

Bazen kendimi çok uzaklarda bulurum. Bazen denizin dibinde, bir yerlerde… Bazen senin için deli olurum. Belki de iyiyim… Bana “seninim” dedin…

Bazen…

İçime danteller işlediler. Ufak tığlarıyla delip geçtiler beni (benliğimi). İşlediler. Ufak tığlarıyla…

İs kokan grilere bulanmış havayla bana “aşk” getirdin… Anlatımlarımı bozdun. Bozuktu. Belki de… Belki de söylemek zorunda değildin bana hissettiklerimi…

Ama…

Çok uzak… Bazen… Gerçekten uzak… Söyle; bana ne oldu?!

Allah’ım sana geliyorum…!

ÇIKTI MI KIŞLIKLAR?


SIKÇA SORULAN BİR SORU GİBİYİM ADETA!

HEMEN HERKESİN ODASINDA BULUNAN CIRTLAK RENKTE BİR POST-İTİM ADETA!

KAYBOLAN BİR ÇAKMAK, TERSTEN YAKILAN BİR DAL SİGARAYIM ADETA!

YENİ YIKANMIŞ NEVRESİM TAKIMI, TOZU ALINMIŞ BİR RAFIM ADETA!

MİLLİ TAKIMIN STRESİ, TÜRK HALKININ HEYECANIYIM ADETA!

KAFASI GÜZEL İNSANLARIN KANLARINDAKİ ALKOL ORANI, POLİSLERİN BAŞ BELASIYIM ADETA!

ELMACIK



Adeta bir LADY edasıyla içtiğim sigaraya hele bir ara vereyim. Verdim, evet…

Bir-iki diyeceğim var. Onları dökeyim şu satırlara, sonra sanırım zıbarmak için yatağı boylayacağım.

“Arkadaşım, sen bence bana ananın karnından doğduğun gibi gelsene…!”

Bu kadardı. İyi geceler diliyorum ve çekiliyorum o şanlı-şöhretli, küfür etmeye doyamadığım huzurunuzdan!

Sinir Harbi = Harbi Sinir!!!

OJE


Üzerimde bornozum… Halen ıslağım… Kurulanmadan yazmaya giriştim…

İnsanların gözüne gireceğim, ya da yavşaklık edeceğim… Ben anlamam o işlerden. En sevmediğim!

Kafam hoş. Ben de bir hoş… Filmimi durdurdum, hiç de adetim olmadığı halde. Sanırım özledim buraları… Güzel kokuyorum, gerçekten…

Bir dal sigarayı dünyada hak eden biri varsa; o ben olmalıyım şu an!

Güzel işler yapmak istiyorum. Ucundan da olsa, işlevsel olmak, sonra… İşte ne bileyim; dünyanın ÇOK bucak olduğunu göstermek falan…

Çok acayip… Çok şey düşünüyorum şu an. Nasıl aktarabilirim acaba tümünü birden buraya?

Ben bulurum illaki bir yolunu. Hak yolu mu? Öylesi tartışılır…

Keşke hep minnettar olsam bilmediğim şeylere. Hissetsem ama bilmesem. Yani bilmesem de olur. Çok bilen çok yanılır. Olabilir mi? Olsun mu? Cevapsız kaldığımda üzülüyorum ben. Üzülmeyi sevmiyorum birçokları gibi… Keşke hem üzülüp hem de acı çekmesem… Mümkün olabilir mi? Olsun mu?

Pijamamı giyeceğim birazdan… Sonra saçımı tarayacağım… Sonra filmime devam edip, muhtemelen sonuç etabında sızacağım. En sevdiğim!

Ben dünyalar sempatiği değilim. Meymenetsizim. Bunun bilincindeyim. Kıvanç duymuyorum. Ama kabullenmesini de biliyorum. Oje sürmeliyim!

TEN-SEL


Peki ya insanlar seçimleriyle yaşamasalardı? Başkaları onların yaşamlarına hakim olsaydı, onları yönlendirseydi? Bu bir bakıma “beyin yıkama” olarak mı adlandırılacaktı? Öyle bir şeyi kabul edemem ben! Bu benim cephemden –çerçevemden- bakıldığında düz –net- beyinsizlik! Gerizekalılık, salaklık, aptallık… Beynin varsa, azıcık da olsa işlevselse, ona SEN yön verirsin. Başkaları değil…

Ailemde dönen –çevrilen- dolapların bini bir para son zamanlar. Resmen herkes birbirinin arkasından kuyu kazıyor. En kazmacalısından, en derininden. Kibriti yakıp atsan o kuyuya, ışığın yavaşça gözden kayboluşuna gözün yaşlı tanıklık edersin. Çok umutsuz… Sicilyalı mafyalar bile bu kadar düşüncesiz, bu derece acımasız değiller, eminim… İzlediğim zilyarlarca filmi donunda sallar etrafımda gelişenler. Kime inanacağımı şaşırdım resmen. Kime güveneceğimi zaten –halihazırda- bilmiyor idim. Bunlar da eklenince şuurumu yitirdim. Yaşadığım şok üstüne şoku kime anlatsam “hadi canım” deyip gülüyor… Gülünç değil. Betimlemek gerekirse; utanç verici, ibret alınası… Sakat gibiyim. Engelli… Bir taraflarım ağrıyor… Hani olur ya; ağrının neresi olduğunu doktoruna izah edemezsin, heh işte öyle! Çözemedim… Ağrının kocamanlığı beni benden aldı. Ağrının heybeti benim yaşıma yaş kattı… İçime atmaktan içlerim çürüdü. En kötüsü de içtenliğimi kaybettirdi.

Duygularım sömürüldü. Yenik düşmeyeyim dedim. Olmadı, olduramadılar. Duygusuzlaşmayayım diye didindim durdum. Körelttiler, zımparaladılar ne var ne yoksa… Ses, koku, dokunuş, bakış… Hepsini olabildiğine samimi tutmak istedikçe ben, bu ikiyüzlüler bana kendimi YÜK gibi hissettirmeye devam etti. Bunları buraya acınılsın bana diye neşretmiyorum. Bunları sadece duygularıma alet ediyorum. Satırları kanırtıyorum. En sevdiğim! Bazen de nefret ettiğim… Aslında nefretin de ne olduğunu bilmiyorum. Heh; aynen öyle! Nefretin neye benzediğini kestiremiyorum. Ondan da yoksunum… Bir o kadar da yoksulum…

Giriş paragrafında belirtmeye çalıştım. Çaldım, çırptım, ah aldım, ah çektirdim…

Soyum, sopum, sapım tükensin inşallah!

Ama keşke insanlar, kendi kanından olan “kanıbozukları” tıpkı pirinç ayıklar gibi ayıklayabilselerdi be!

85


Düşündüm. Herhangi bir sokakta yürürken, ya da oradan rastgele geçerken… Acaba değer verdiğimiz kaç kişi aynı ikametten yürüdü? Oranın havasını soludu? Açıklama gereği duydum; bazen aklıma böyle şeyler düşüyor. Düştüğü yerden kurtaranı da olmuyor…

Keşke gamzelerim olsaydı… Lanet gülümsememin imzası niteliğinde… Anlam yükler dururdum onlara kesin. Ayna karşısına geçip irtibat kurardım deli-divane (onlarla)…

Anlamsız uyku bastırdı. Esasen gecem henüz başladı… İlginç cidden…

Terliyorum.

Yarın çok işim var. Hepsini not ettim. Sıralı-sekili olanından… Evet, ben bir kontrol manyağıyım.

Cam, kapı, pencere çarpıyor. Rüzgarın böğrüme esmesini ve nefesimi kesmesini diliyorum şu an. Beni camımı kapamaya zorlamasını da keza… Yağmur gelecek dedi babam. Ama şu an elektrik kesik. Odamda gene anlamsız bir huzur söz konusu… Yaprakların birbirine temas sesini işiyorum. Martıların rahatsız edici çığlıklarını da…

Özlüyorum. Kabul ediyorum; özlüyorum. Hatta: ÖZ-LÜ-YOR-(U)M!

Tutamadım gene diyetimi...

Acaba gün içerisinde ettiğimiz küfürler ve beddualar yerini bulsalar neler olurdu? Bilsem gerçek olduklarını; çeteresini tutar, bir güzel de gözlemlerdim. Zevk verebilirdi.

Annem, bana duygusuzsun dedi dün tam da bu saatlerde…

Bileklerimin içi bilgisayarıma dayamamdan sebep acıyor. Bakayım iz olmuş mu? Evet, olmuş…

Keşke duygu yoksunu olsam… Ama… Ne yazık ki… Değilim!

Şimdi, gözlerimi sabaha dek kapayıp yarının bana neler getireceğini rüyamda görmeye çalışacağım. Rüya da ne görürüm ya, aha aha aha! Bakarsın, oluverir…

Hala yok elektrik…

Kendime hakim olmalıyım. Aynı zamanda umutlarımı daha işlevsel şeylere odaklamalıyım. Lütfen bana arka çıkılsın.

İkinci Tekil Şahıs, ordaysan bi’ ses versene…!

SÜTUN



Üzerinde düşünüyorum. Neden böyle hemen her çizgi filmde, dünyayı kötülerden kurtarma gibi bir amaç oluyor acaba? Çizgi film karakteri mi olsam, ne etsem?

Bazen çok boş hayallere kapıldığım doğru… Bazı şeylerin sadece filmlerde olduğu da doğru keza…

Ah be…

Ölümüne bağlılık nasıldır? Söz müdür, yemin midir? Erkek sözü müdür ya da? Erkek sözü olunca, tümden bağlılık mı olur? Lafının eri mi olur? Sorular… Sorular… Er kişi çıksın da cevaplasın yiyorsa!

Suret göresim yok. Meram anlatasım yok. Ev işi yapıp kendimi yorasım var… Sanırım yapacağım da… El mecbur bir yerde!

Şu aradığım şarkıyı nerden bulurum acaba?

Bazen çok boş konuştuğum doğru… Bazı şeylerin sadece rüyalarda gerçekleşmesi de doğru keza…

Yok be…

Üç yerden çalan zil sesi, tırmalar. Kedi tırmalasın o zillerin yerine her yerimi…

Hizmetin geçicisi nasıl oluyor? Manasız… Öyle hizmet olmaz MSN Efendi! Boş tutma beni

6 Kasım 2008 Perşembe

GELİN BAŞI



Aklımla bin mi yaşasam acaba? Ne kadar hayır sağlarım eşrafa? Bazen kendimi doyuramıyorum. İstedikçe istiyorum. Canım çekiyor…

Acıtan bir şeyin üzerine gittikçe, o acı inceden sevimli bir kaşıntıya dönüşüyor bedenimde… Çok ilginç… Acıdan zevk almasını bilişimi hayra mı yormalı, yoksa arkaya bakılmadan mı kaçılmalı? Tartışılır…

Kendimi anlatmayı sevemedim bir türlü. Başarılı olamıyorum. Yorumlara açık olduğundan o tartışılan konu; işime gelmeyen şeyi kestirip atıveriyorum.

Hani bir yazımda bahsetmiştim ya; içlerim ağrıyor ama kestiremiyorum o can alan noktayı diye… Heh, o acı halen var… Geçemedi anasını bellediğimin…!

Ölü toprağı serptiler benim üzerime bence. Kesin…

Deliysem haber de verdim, habersiz kaldım. Haber getirenlerim çok olmadı.

Hayata dair çok mühim tespitlerim oluyor zaman zaman, ama not etme imkanım olamadığından unutuyorum; gidiyorlar… Üzülüyorum onları kelimelere dökemedim diye… Ağıt bile yakıyorum hatta, dizlerime vura vura… Dizlerimin kapakları hep mor… Artık benim dizlerim mor!

Yarın sabah suratımı kolamın asitiyle yıkayacağım.

Hala gönderilecek yazdığım mesaj… Bağlantım da gözlere geldi, gözlerim gibi...

Şirin şirin şarkılar söyledim minicik suratına karşı… Sonra büyüttüm falan… Hayatımı ona adadım. Sonra o gitti, vedasız… Gelişi pek suskundu, gidişi de keza öyle oldu… Keşke bu kadar bağlanmayaydım… Keşke ömrümden ömür katmayaydım… Oldu bir kere, çok geç… Ama hayatın bana attığı bu tokat silsilesini ömrüm boyunca unutmayacağım. Ellerine sağlık hayat, beni sevmediğini “can alarak” kanıtladın!

Olmaz öyle! Üst üste sigara içerek bastıramazsın üşümeni, titremeni… Salak mısın, bela mısın?

Dizilerime kayayım yavaştan… Keyifsizim, halsizim, bir acayip hallerdeyim… Cinlerimi salarım üzerinize, uzak durun!

HADİ ANAM…

KAYKIL YANA;

YANA-YAKILA…

YENİDEN DENE


Öyle bir zaman olur ki; söylemeyi aklının ucundan geçirmediğin kelimeleri suratlara çarptırasın gelir… Böyle bir zaman ki; yapamazsın… Şöyle bir kafa yorarsın ki; özünde hiçbirini hak etmemişsindir…

“O sizin güzelliğiniz” der geçersin… Sonra anlarsın ki; sıvama, süzme kalleşlikmiş! Onlar, söylemek istedikleri eksileri güzelliklerle bezemişler, gene onlar senin gözünün gördüğünü yanıltmışlar… Onlar, yermek istemişler seni, belki de yerden yere vurmak; ama hep sona saklamışlar, sana karşı asla dürüst olmamışlar…

Umursamadın, yürüdün, gittin… Tepeleri, dağları, nehirleri aştın… Boş kalan yerlere uygun sıfatları döşedin: belirttin ve nitelendirdin. Esasen sen üzerine düşeni yaptın. Anlayan olmadı, anlamaya yanaşan da önyargıyla yaklaştı. Başardı sandı. Yanıldı…

Yalnız kalmadın. Etrafın adalarla, denizlerle çevrelendi. Özüne değil, süsüne değer verildi. Bebek yerine konuldun. Yeri geldi eşek kadar adam oldun. Gene olmadı; olduramadılar!

İçinde patlamasın diye yazdın Allah yazdın… Sık sık kaydettin… Üzerine geldiler, sen kaçtın. Üzerinden çekildiler, sen darıldın…

Doldun. Taştın. Taşanı başka bir kaba aktardılar.

Canını sıktılar.

Yattın.

Sevmediğin güneşe yüzünü verdin.

Ve ayaktasın…!

TRİBÜNE OYNUYORUM


Kızgın mıyım kırgın mıyım? İkisi de aynı yolda mı kesişiyor acaba?

Bir “köşeli parantez”, bir de “den den” varmış… Bu iki arkadaş pek samimiymiş. Ama çok işlevsel olmadıklarından dolayı dünyaya küsmüşler. Satırlarla olan selamlarını-sabahlarını kesmişler…

Sanırım günün birinde kendime tele-sekreter alacağım. Çok fiyakalı olmaz mı?

Sigaramın küllerini savurdum sağa-sola da yine de yaranamadım kimselere…

Ay aman herkes kendini bir “şey” sanıyor bugünlerde. Yapmacık edalar böyle kendi aralarında… Nasıl gereksiz ama artık!

Midemin boş olmasından şikayetçi değilim. Acı yemek istedim. Aş mı eriyorum yoksa? Acı bellemeyen insanım ben. Acıya ihtiyaç duyuyorum…

Anamı özlemiyorum.

Babamı da özlemiyorum.

Anneannemi de özlemiyorum.

Hiçbir haltı özlemiyorum.

Vaktin çabucak geçmesinden yanayım.

Ayakkabı almak istiyorum.

Güzel görsellerin altında imzam olsun istiyorum.

Para kazanmayı dünyada her şeyden çok istiyorum. Kazandığım parayı har vurup harman savurmak istiyorum.

Hayvan barınağında gönüllü çalışmak istiyorum. Yarı zamanlı…

Son olarak; yazışmalara küsen “köşeli parantez” ile “den den” adı uygun görülmüş –dil bilimciler tarafından- noktalama işaretlerinin ellerinden tutmak ve onları tekrar işlevsel kılmak istiyorum. Dahası, onların satırlarla (mısralarla) aralarını yapmak istiyorum(dur).

Dur(-)