29 Ocak 2009 Perşembe

MASAL


Suymuş, selmiş… Aslında bir kovaymış hepi-topu; sindirmişine… Aralıksız bir dünya merdivenmiş…
Aslında tek bir basamakmış; basmasını bilene… Kıyamet günüymüş, mahşermiş… Aslında bir kibritin
çakmasıymış; çifte kavrulmuşuna… Tıka-basa tokmuş, mide fesatıymış… Aslında tok, açın halinden ne anlarmış…

Cümleden büyük birlikmiş, sonu gelmezmiş… Aslında tek bir sesmiş; algısı kuvvetlisine… Karmaşıkmış,
karmakarışıkmış… Aslında oldukça basitmiş; dünyaya geleliberi çekmişine…

Soğukmuş, buzmuş, donmuş, ayazmış… Aslında sıfırın üstündeymiş; rutubeti bilene… Sıcakmış, terlemiş,
çöldeki kervan devesiymiş… Aslında sıfırın altındaymış; kardelenmiş…

Altınmış, gümüşmüş, bronzmuş… Aslında o madalyalara asla layık olamamış… Birinç, ikinç, üçünçmüş…
Aslında hep sondan birinci, kaybetmeye mahkummuş…

Gönülden sevenmiş, sadakat yeminliymiş… Aslında saflığının esiri, iyiliğinin kölesiymiş… Melekmiş, şeytanmış, cinmiş, ecinniymiş… Aslında dünya üzerindeki herhangi bir nesneymiş….

Işıkmış, mummuş, lambaymış… Aslında lamba çevresinde dönüp duran bir pervane böceğiymiş…

Sanatmış, sanatçıymış… Aslında halka hitap eden bir edibeden ötesi değilmiş…

Abartıymış, rüküşmüş, şuhmuş… Aslında daha tüyü bitmemiş yetimmiş…

Başlamış ama asla bitirememiş… Noktalamamış…

Gerçekten sonsuzmuş…

“Son-suz-muş”

KALAYCI


Örtünseler baştan-ayağa… Bulandırmasalar kafaları… İnceltseler tüm seslerini… Sonra sadece sussalar…

Çeneleri kitlense, tutulsa… Kelimeler boğazlarına dizilse de çıkamasa asla…

Oradalar! Hep bir yerlerde gizliler; ajan desen değil, terör desen değil…

Anlamdırılamaz güçler… Çözülemez denklemler… İsim konulamaz kişilikler… Çirkin bedenler…

Oyuncular… Ufakken evciliğin dozunu kaçırmış fesatlar… Yerden yüksek olamamışlar…

Vah vahlar… Tüh tühler…

Büyük eli öpmemiş, çeyiz sandığı görmemişler, eline örgü almamışlar…

Çan çanlar, çok da tınlar…

Tekiller, çoğullar, tekil kalmaya mecbur olanlar, çoğulluğun kıymetini bilememişler…

Hay haylar, hey heyler…

Kış kışlar, yallahlar…

Güzellikleri görüp çekemeyenler, elindekinin kıymetini bilemeyenler…

Birazcık sizden, birazcık benden… Sizden olanı kusmaya gidiyorum ben şimdi. Haydi bana kolay, size lanet gelsin!

UĞURSUZ




Bu yüz benim değil.

Bu ses benim değil.

Bu organlar benim değil.

Ben, ben değil… Benden öte başka bir şey…

Düşüncelerim hakim değil. Başıboş…

Sevgim tükenik, bedenim yitik…

Üç noktalarım sonsuz, duygularım ansız…

Vurgularım yersiz, tonlamalarım sensiz!

Ebedi nefret…

Edebi ben…

Eşittir: her şey yalan!

Aşk, nefrete ne yakınsın lan…!

He ya benim; GÖZDE ÖZCAN!

Varsa alıp veremediğin; buyur buradan?!

26 Ocak 2009 Pazartesi

YAK BURDAN


YAK BURDAN


Yarım. Yamalak. Kaldım…

İçlerim dağıldı. Dağlandı. Yıldım…

Özledim. Ağız dolusu kahkaha attığım zamanları özledim.

Aradım. Arandım. Kendim ettim, buldum? Yok, bulamadım. Bulduramadılar.

Kafamı toplayamadım ki bi’ düzgün düşüneyim. Nihayete ereyim…

Anca düşündüm ve düşledim.

Ahlarım bana, ahlarım onlara… Bana çektirenlere… Beddua edemedim.
İçim elvermedi. Elimi verdim, alamadım… Kaldı onlarda…

Güvendim. Boşa gitti. Güvenildim. O da kaldı yaban ellerde. Elim soğudu.
Isıttım. Çok sürmedi. Acıdı sonra soğuktan. Isırdılar beni, izlerimle hayatıma
kaldığım yerden devam ettim.

Ses etmedim. Edecek sesim de yoktu zaten.

Sordular ne çektin, ne çektirdiler sana diye… Veremedim cevap…

Kalakaldım boşluklarda. Dolduramadılar ki onları da…

İzledim, gözlemledim, baktım, bakındım çevrelere. Çepeçevre seslere kulak kesildim…

Acıyla büyüdüm. Büyütüldüm en güzelinden… Güzelleşemeden gidiyorum…

Nihayete eremeden, yüzüm gülmeden…

Sordular gene nen var diye… Verecek cevabım yoktu… Aktı yaşlar ama… Ama…

Ufaldım… Anamın karnından çıktığım gibi oldum adeta…

Takiplerde kaldım. İyilik ettim, kötülük buldum.

Tabii ya! Herkes iyi zaten… Bir tek BEN kötü.

Sensin kötü be! Hayata bakışın kötü; bana olduğu gibi…

Bak sen bak; izle sen izle… Anca bakarsın öyle, anca…

Anlam vermeye çalışırsın tümcelerime…. Noktalarımı tamamlarsın anca… An ama ne olur küfürlerle birlikte
an adımı…

Adıma ayrı, sana ayrı, zihniyetlere ayrı!

Ben buyum; BUYURUN…!

ÜÇLE(ME)


OLDUĞU KADAR


Bazı şeyler başladığında hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi gelir insana. Yanıldığınızı anladığınızda ise artık
çok geçtir…

Sadece tınılar kalır kulaklarınızda. Ve o an lanet edersiniz duyu organlarınıza…

Kafanızdakiler, binlerce şey… O kadar çoklardır ki… Savaş ilan ederler bedeninize; beşerinize. Göz açıp
kapayıncaya dek silineceklerini bilmenize rağmen, o huzursuzlukla yaşamak zorunda kalmak tüketir narinliğinizi.

Tüketilen saatlerin birer masaldan ibaret olduğunu bilmek arada gülümsetir çocuklar gibi; ama esasında kanatır
içlerinizi. Kan tutar kimilerini, bırakmaz da öyle kolay kolay… Kolay olacağını size kim söyledi ki?

Hayat tecrübeyle sabittir. Sensen eğer o gerçek olan; zaten ayaktasındır ve zaten sınanmışsındır.

Koparılmayı bekleyen henüz ham bir meyve, hatta bir tohum olduğun kabul görülse bile; sınavın her türlüsüne
hazırlıklı olman gerekir; gereklidir! Yanıbaşındadır o despot… Gözükmez. Hissettirir…

Bir büyüğünüz fincan kapatmanızı ister. Gelecek onun ellerindedir artık, siz susup direktifleri dikkatlice
dinlemeli ve ona göre hareket etmelisiniz. En büyük o ya; ondan!

Şikayetleri duymaktan gına geldiğinde artık anlamalısınız ki; hayat tüm olumsuzluğuna rağmen devam eder…

Eder… Eder… Eder… Eden bulur. Bulduğuyla yetinmeyen de döner GERİSİNİ avuçlar…



ÖLÇÜ


Ses geldi. Damla düştü göğsüme. O kadar detaydayım ki; duydum! Mutlu oldum! Yeni bir güne o damla ile
başlamaktan gurur duydum!

Zehir gibi geldi içtiğim su. Su… Hayati sıvı… Nelere kadirsin gözünü sevdiğim en saf sıvı… Bazen, bazı
sıvılar hayat karartır. Biliyorsun… Ama tek misin sen? I ıh… Kendi başına mümkün mü? Yaradılış…

Tabiat…

Ana…

Doğum ve…

Son nefes…

Bıçak…

Keskin…

Tarifini bir bilenden almak lazım… Ustası olanlar, ölçüsüz yaparlar göz kararı. Ama göz karardı?

Ne mi olur?

Doğar… Büyür… Gelişir… Bir yerde tıkanır…

Vicdanı olandan yana kaykılırsın. Kaypak olanı asla bilemezsin!

E bence görmezden gelmelisin!

Devam etmelisin!

Adımlarını hızlandırmalı, azmine hayran bırakmalısın!

Sana yakışanı tek bir varlık bilirken ona asla baş kaldırmamalısın…

Yaşa sen; ÇOK YAŞA!

Kıyamet kapına dayandığında bu sözlerimi hatırla…

Güven bana…


NAKARAT


Gözle görüldüğüm için affedemiyorum. Bağışlayamıyorum… Yapamıyorum.

Canımdan can gittiğinden ve gün be gün kanadığımdan sebep yapamıyorum.

Yoksa yeterince güçlü-kuvvetli değil miyim? Biliyorum ama söylemiyorum.

Çok fazla… Çok fazla üzülüyorum. Açıklamanın bir imkanı olsa inan dökerdim buralara ama elimden
fazla… Benden fazla… Canımdan fazla…

Ağlamaktan fazla… Çok fazla… Çok dolu… Dopdulu…

Sürekli buradayım ben. Ne gelen var ne giden…

Gidene eyvallah tabii ama ya gidemiyorsa ve bir yerde sıkışıp kaldıysa? Ya mesaj iletilemiyorsa?

Ya uykularından anılarla uyandırılıyorsan ve kimsenin anlamaması için sadece sessizce ağlıyorsan?

Bu kalpten mi yoksa beyninden mi kestiremiyorsan?

Atacak mısın kendini camdan?

Yap da erkekliğini görelim! Yerlere-göklere sığdıramadığın egona şahit olalım…

Hadi…

Dur!